Cumartesi, Mart 21

Şimdi

Ve zamanlardan şimdiye döndük. Anlaşılamamanın arifesinde, yeni olması gerekmeyen bir yolculuğun içindeyiz. Şimdide.
Ne zaman sorulması gereken bir soru olmadı hiç çünkü zaman hep belliydi. Gün, ay, yıl yahut saat, dakika... Bunlar neden önemlidir ki zaten? Önemini bizler vermiyor muyuz onlara? Yine insan eliyle yaratılmış bir şey değil mi bu kavram? Önemli olan zamanın şimdi olması değil mi? Evet, önemli olan şimdi. Sonralar belirsiz ve önceler yaşanmışken, kendimize sormamız gereken, biz neleri değiştirebiliriz?
Hiçbir şeyi...
Hiçbir şeyi değiştiremeyiz. Bir programdaki kod hatasıyız hepimiz. Ne yapması gerektiği düşünülmüş, ama hiçbir zaman düzgün işleyememiş birer kod hatası. Hatayı tekrar tekrar yapıyoruz, değiştiremeden. Satır satır belli her şey. Başlangıç ve sonuç. Arada geçenler önemsiz. Arada geçenler, duygular aracılığı ile belirlenen ilizyonları göz ardı etme yetisi. Neyin ne olduğunu fark etmeden yapmak. Duygu adını koyduğumuz kavramın bizleri yönetmesi. Kocaman bir oyun. Bir dizi gibi. Yeni bölümleri olan, zevkle izlenen bir dizi. Bizlerin yarattıklarından tek farkı, yalnızca tek bir izleyicimizin olması.
Neleri değiştirebiliriz? Duygularımızın yahut aklımızın bizi yönettiğini düşünürken, hiçbir kurala uymayan, açıklanamamış bir şeyden bahsediyoruz sürekli. Biz kendimizi yönetebilir miyiz? Seçim yapabilir miyiz? Hep kendimizi kompleks, mükemmel varlıklar olarak gösteririz ama gerçekten öyle miyiz? En basit haliyle açıklamak gerekirse; bu kadar kompleks ve mükemmel olmamıza rağmen nasıl olur da anlamlı olabilmemiz için gerekli tek şeyi başaramıyoruz halen? Nasıl olur da birbirimizi anlama yetisinden yoksun oluruz? Daha da ötesinde, nasıl olur da kendimizi anlayamayız? anlayamadığımız kendimizi, hislerimizi, düşüncelerimizi başkalarına anlatabiliriz?
Özgürlük kavramına gerçekten de sahip miyiz? Yoksa parmaklarımı hareket ettiren, bu satırları yazdıran, canı sıkılmış bir izleyici mi? Ne yapacağını, ne yapacağımızı çok öncesinden kararlaştırmış olan sıkkın bir izleyici?
Sorular arttıkça, cevapsızlık daha büyük bir yük olmaya başlıyor, tıpkı bir kambur gibi. Kesip atamıyorsun bir kez başladıktan sonra.
Konuya nereden geldik? Zaman... Yaşanan an, şimdi. Nereden geldiği bilinmeyen, kontrol edilemeyen duyguların yarattığı esaretin içinde yaşanılması, düşünülmesi, konuşulması gereken an. Şimdi. Seçeneğin olduğu ilizyonuna aldanarak, kocaman bir yalanı yaşamak. En başında doğmak, sonrasında ise, buna engel olamadan, -ki engel olabilmiş olsaydık, gerçekten yarattığımız o özgür kavramının içinde olurduk- yok olmak.
An. Yalnızca ilizyonları kabullenerek güzel bir hal alır. Sorgula, şüphe duy, ama inan... Ya da, Doğmak ve ölmek arasındaki zamanı boşa harcamadan, yolu yarıla ve yok ol...

Güvenç Ahmetoğlu

Cuma, Mart 13

başlangıç

bu blog için bütün materyalistlerden de idealistlerden de tek farkımız olacak. madem blogun başlangıcı oldu. nerden geldi bu blog? ben bu blogun nerden geldiğini biliyorum. peki materyal mi? belki evet internet ne kadar materyalse. peki idea mı? elbette idea bebek. kafanın içindeki tüm ideaları yazasın diye idealar ideası.

descartes den gelsin o zaman:
- düşünüyorum, öyleyse varım.
ve yine descartes e gitsin:
- peki gerçekten düşünen sen misin?
yoo yoo, ben sadece delinin tekiyim.