Perşembe, Aralık 9

Hisler, Düşünceler, Ölümler...

Düşünceler, pek de sahip olamayacağımız şeyler olarak gözükmüyorlar. Günlük hayatımıza baktığımızda, düşünmediğimizi söyleyebileceğimiz belki de tek yer, uyku durumu olabilir ki bunun da şüpheli bir nokta olduğu hepimiz tarafından kabul edilebilir bir şeydir. Peki sizlere bir soru; düşünmeme ihtimalimiz olsaydı eğer, nasıl bir şey olurdu bu durum?
Kendimce bir cevap arayışı içerisindeyim aslında bu soruya. Biraz psikolojik, biraz felsefi, biraz da relativist bir cevap olacak, o yüzden şimdiden hazırlayın kendinizi:

Öncelikli olarak belirlemem gereken şey, hislerin mi ağır bastığı yoksa düşüncelerin mi olmalı sanırım. İnsan, kalbi ve aklı arasında yani düşünceleri ve hisleri arasında yaşayan bir varlık. Peki, bu ikisinden herhangi birinin sizce diğeri üzerinde bir kontrolü var mı? Bence var. Aslında hepinizin beklediği cevap olarak (umarım) sizlere hislerin düşünceleri kontrol ettiğini söyleyeceğim. Ki bir çokları bu iki kavramın birbirinden bağımsız olarak çalıştığını söyleme eğilimindedirler. Oysa kendi perspektifimden baktığım zaman dünyaya ve kendime, düşüncelerin hislerin ardından ortaya çıktığı sonucuna varmaktayım. Yani, karşı karşıya kaldığımız her durum sonucunda, belirli hisler ortaya çıkıyor ve bu hislerin karışımı sayesinde belirli düşüncelere sahip olmaya başlıyoruz. Elimize diken battığında, hissetiğimiz acı ve şaşkınlık, öncelikli olarak otonom bir şekilde tepki vermemize yol açıyor ve ardından basit bir şekilde örneklemek gerekirse, bu dikeni bir tırnak makası ile alabileceğimize karar veriyoruz. Ardından gelen umut bizi bunu yapmaya itiyor ve dikeni aldığımız noktada ise sevinç, mutluluk yahut artık ne ortaya çıkacaksa o çıkıyor ve rahatlama ile bu yükü üzerimizden atıyoruz.
Aslında, hayatımızda yaşadığımız her türlü problem de, bizim hislerimizi belli bir düzeyde kontrol altına almaya çalışmamız yüzünden ortaya çıkıyor. Yapamayacağımızı bildiğimiz yahut yapamayacağımızı farkettiğimiz bir şey üzerine bu kadar çok gittiğimizde, ekstra sorunlarla yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Farkına varmamız gereken şey aslında, onları kontrol etmek yerine, algılamaya çalışıp, olası en iyi çözüme ulaşmaya yönelik adımlar atmak olmalı. Bastırmak bir çözüm olmuyor hiçbir zaman.
Asıl soruma geri dönecek olursak eğer, insanın bir şeyler hissedemeyeceği bir zaman diliminden söz edemeyeceğimiz için de düşüncelerin de olmayacağı bir zaman diliminden bahsetmek biraz garip olacaktır elbette. Bu noktada ölüm diye adlandırdığımız noktaya geldiğimizde de düşüncelerden bahsetmek biraz garip kaçıyor. En azından kendi adıma yarattığım ölüm sonrası düzey, öyle pek de alışılagelmiş bir yer olmuyor doğal olarak. Fakat, sorgulamaya çalıştığım şey düşüncenin olmadığı noktada bulunulacak durum.
Hislerimiz üzerinden gidersek eğer, hisleri düşüncelerden ayırabildiğimizi farzettiğimizde, aslında durum çok da eğlenceli gözüküyor. Normal olarak, hislerin oluşturduğu her türlü düşünce, bizi o hissiyatın içinden çekip çıkarıyor ve doğal olarak karşımıza yeni durumlar çıkmasını sağlıyor ve böylece yeni hissiyatlar ortaya çıkıyor. İnsanın içindeki karmaşa ve çözülemezlik de buradan geliyor çünkü ortada büyük miktarlarda anlaşılamamış hissiyat ve düşünce oluyor. Bu noktadan bakıldığında ise eğer hissiyatların düşünceler oluşturması engellenebilirse, yaşanan hissiyat daha uzun süreli olacaktır. Örneklemeye çalışacak olursam eğer, hayatındaki tek amacın baba olmak olduğu bir bireyi düşünelim. Çocuğunu kucağına aldığındaki hissiyatı saf bir mutluluk olacaktır onun için. Fakat bu hissiyat, ona elinde tuttuğu çocuğu ile birlikte uğraşması gereken sorumluluklar olduğunu hatırlatacak ve ne kadar mutluluğunun devam ettiğini düşünse de, bu mutluluğun yanı sıra oluşacak bütün diğer hisler ile aslında sahip olduğu mutluluk sürekli bir düşüş haline geçecektir. Fakat insan eğer düşüncelerini kontrol edebilseydi, bütün bu düşüncelerden arınmış bir şekilde çok daha uzun bir süre bu mutluluğu devam ettirebilirdi.
Tabi ki teorik olarak konuştuğum için, pratik uygulanışında ne kadar hatalı bir düşünce olduğunu görebiliyorum. Düşünmediğimiz noktada, insan olarak ihtiyaçlara sahip olduğumuzu da göz ardı etmiş oluyorum ki bu da yine bizlere yeni yeni hissiyatlar sunacağı için, aslında düşünceye sahip olmasak bile, hissiyatlarımız yine de beklemediğimiz ve anlamadığımız bir karmaşalıkta değişecektir. Bu noktada düşüncelere sahip oluyor olmamız aslında güzel bir şey olarak değerlendirilebilir.
Fakat asıl sorgulamak istediğim şey, ölüm anında hissedebileceğimiz hiçbir şey olmayacağı için ki bunun sebebi olarak düşünceler de olmayacağı için, içinde bulunacağımız basitliğin acaba bir şekilde farkında olabilecek miyiz? Ya da farklı yahut aynı bilince sahip olarak başka bir yaşam mı süreceğiz ki hissetmeye devam etmek, ne gözle bakılırsa bakılsın yaşam demektir ve bütün dinler aynı şeyi vaad ederler. Buna ister cennet diyelim, ister reankarnasyon.
Hadi bu farkındalığa erişebildik diyelim, bu öyle bir farkındalık olmalı ki, hiçbir şey hissetmediğimiz ve bunun sonucu olarak düşünmediğimiz o noktada farkına varabildiğimiz tek şey, sonsuz bir huzur olmalı sanırım.
Ama yine teorik olarak huzur dediğimiz olgu da bizim hislerimiz ve düşüncelerimiz aracılığı ile oluşturulmuş bir şey olduğu için aslında ölüm diye bahsettiğimiz noktada, yaşarken elde ettiğimiz hiçbir veri işimize yaramayacaktır ve eğer bilinç dediğimiz şey bir şekilde devamlılığını koruyabilirse ölümden sonra diye nitelendirdiğimiz durum, hiçbir koşul altında bilebileceğimiz bir şey olmayacaktır.
Yani iki durumda da, eğer düşünemiyor olsaydık, ki bu daha önce deneyimleyebildiğimiz bir şey olmadığı için nasıl bir şey olacağına ilişkin yorum yapamazdık. Aynı şekilde hissetmiyor olsaydık varsayımını da cevaplandırmış oluyor ve aynı şekilde ölüm denilen noktadan sonrasını da cevaplandırmış oluyoruz.
Sonuç olarak, ..., sanırım bir sonuç yok ortada. Öyle işte...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder