Her konuşmanın ve yazmanın beraberinde bir sorumluluk getireceğinin bilinciyle ve biraz da çekincesiyle ama büyük bir heyecan duyarak ilkyazımı yazmaya koyuluyorum işte. Fakat önce kafamda dönüp duran naif ve dağınık düşünce kırıntılarını bloga aktarmam konusunda bana destek olan sevgili Güvenç’e teşekkür ederim. Teşekkür etmem gereken biri daha olacak. Theodor W.Adorno. Çünkü beni bunu yazmayan iten temel güç oydu.
En çok etkilendiğim ve doğruluğundan şüphe duymadığım tanımlardan biri yapılan bir birey tanımıdır.”Kendine özgü niteliklerini kaybetmeden bölünemeyen tek varlık.”Fakat bugün hangimiz kendimize özgü niteliklere kendimiz sahibiz? Toplum, toplumsallaşırken bireyin bireyliğini çürütmüş, zayıflatmış ve zaman zaman da yok saymıştır. İnsan ise, bireyselliğini gerçekleştirmeye çabalarken her defasında toplumu karşısına alma gereği duymuştur. Oysa ihtiyacımız olduğunu düşündüğüm “bütünlük” e ne yalnızca ilk durumda ulaşılabilir ne de ikinci durumda. Bütünlük, her ikisinin yani tikel olanın ve tümel olanın içiçe geçmişliğinde saklı gibi görünüyor.” Minima Moralia”’nın sunuş bölümünde “Bireyci bir toplumda geçerli olan, genelin kendini tikellerin karşılıklı etkileşimi aracılığıyla gerçekleştirmesinden ibaret değildir. Birey de özünde toplumdan yapılmıştır.”der.
Sıklıkla kullanılan “Kendim için yaşıyorum.”cümlesi bence oldukça saçma bir cümledir. Çünkü,öznenin (bireyin kendini özne olarak gördüğünü varsayarak) yüceltilmesi ve ardından yalınlaştırılması ve yalnızlaştırılması pek mümkün gibi görünmüyor. Özne karşısında “bütün” olanın her zaman önceliği olduğu fikri ağır basıyor. Buradaki bütünlük Hegel’deki diyalektiği çağrıştırıyor gibi. Çünkü Hegel ’in diyalektiği de tikelin tasfiyesini gerektiriyordu.
…“Hegel’in felsefesinin şekillenmesinden bu yana geçen yüz elli yıl içinde, karşı çıkış gücünün bir kısmı yeniden bireye geçmiştir. Bireyin deneyim zenginliği, iç farklılaşması ve canlılığı, Hegel’de karşılaştığı o ataerkil ve küçümseyici ilgiye sığmayacak kadar büyüktür bugün… O bireydir ki, hiç tınmadan kendini pozitif bir biçimde egemen kategori olarak kurguladığı bütün bir dönem boyunca bu bilgiyi sadece karartmak ve bulandırmakla kalmıştı. Farklılığın silinmesinin başlı başına bir amaç ilan edildiği bu totoliter korolar döneminde, kurtuluşun toplumsal gücünün bile bir kısmı geçici olarak bireysel alana çekilmiş olabilir.”…Gerçekten de, toplumun toplumsallığını unutturacak kadar bireysel alana kasıtlı olarak çekiliyor olması ve birey olduğunu sananların bunun farkında olmayışı oldukça üzücü. ”Farkınız olsun. Siz diğerlerinden farklı olmalısınız.”diye bangır bangır bağıran banka reklamlarından tutalım da kişiye özel giysiler diken tekstil firmalarına kadar hepsi özneyi hortlatma ve zorunlu olan diyalektiğin üstünü örtme çabasında. Elbette ki bunu bireyin öz niteliklerini önemsediklerinden yapmıyorlar. Fakat kaçırdıkları bir nokta var gibi: Üstünü örtmeye çabaladıkları şey –diyalektik-kendilerini de içeriyor. Diyalektik olan işlemeye, yol almaya devam ediyor. Bu yüzden diyalektiğin zorunluluğu karşısında kendilerini güçlü olarak varsayanlar okyanusta bir kum tanesi kadar önemsiz kalıyorlar. Bu durum aslında Hegel’in de düştüğü yanlışlardan birine benziyor biraz. Çünkü Hegel şu iddiadaydı: Kendinden önceki felsefi düşünüşleri, kendi sistemi içinde birleştirdiğini ve tamamladığını düşünüyordu. Hegel’in tamamlanmayı gerçekleştirdiğini düşünmesi asıl olarak kendi diyalektiğini de reddetmesi demek oluyor.
Geçtiğimiz günlerde, Amazon ormanlarında henüz ilişki kurulmamış insanlara ulaşıldı. Bu insanlar kendilerini keşfe gelen helikopterlere güvenlikleri için oklarıyla karşılık verdiler. Dünya bu insanlara ok attıkları için, ya da kendilerini kendi kendilerine gerçekleştirdikleri için diyelim, güldü. Bana öyle geliyor ki; Amazon ormanlarındakiler hepimizden yani kendini birey sanan fakat aslında birey ol(a)mayan bizlerden daha çok birey olmayı başarmışlar. Bu noktada diyalektik olanı kavramamış olan ya da yanlış kavrayan bizlerin kendimize birey deme hakkımız var mıdır? Bence bu soru ile birlikte kendimize sormamız gereken sorulara bir tanesini daha eklemeliyiz.
T.Adorno’ya, Hegel’e, Amazon Ormanları'ndakilere ve nam-ı diğer Kharoon’a çok yetersiz kalacağını bile bile selam olsun…
Yazının çok çok eksikliği ve birçok noktaya zorunlu olarak değinemememden dolayı yazıyı okumaya zaman harcayanlara bir özürü borç bilirim.
öncelikle yazı için kendi adıma teekkür ediyorum,eline sağlık emek. çünkü uzun zamandır aklımda duran bir soruydu sondaki ikilem.
YanıtlaSilşöyle ki önce "kendine özgü nitelik" kavramını açarsak, bana "kendine özgü nitelik" bana ancak özgür bir düşünce ve özgür eylemlerle mümkün gibi geliyor. buna yanıyla "özgü"yü "özgür" diye kurguladım.
Toplumsallık kavramına gelirsek yazıdaki toplumsallık bir yanıyla açılabilir gibi geldi bana çünkü yazıdaki toplumsallık daha çok siyasal ve kültürel bir baskı aracı gibi. Ancak toplumsallığa "özgür düşünen ve eyleyen bireylerin" diğer "özgür düşünen ve eyleyen birey"lerle olan ilişkisi diye kurgularsak taşlar yerine oturuyor. tabi bu yanıyla bu "toplumsallık" bugünki algının dışında daha sınırlı bir toplumsallık. "özgür düşünen ve eyleyen bireylerin" oluşmasına fırsat sunacak ya da sunması gereken toplumsallık. burdan doğru bu ya "anarşizan bir getto" ya da marksist açıdan bakarsak komünist toplum. ne bireyin bireyliğini ikinci plana atacak ne de toplumsal (sadece etkileşim) algıdan uzaklaştıracak bir yapı."etkileşimi organize eden oluşum" gibi birşey. yani hem bireyin kendini felsefi ve kültürel anlamda varetmesini sağlayacak hem de diğer bireylerle olan etkileşim sayesinde sürekli kendini yenileyen ve geliştiren bir toplumsallık-birliktelik yaratacak.
bu yanıyla sondaki soruya gelirsek amazondaki vatandaşlar ne kadar bireyse biz o kadar birey değiliz. çünkü diğer bireylerle olan etkileşim,doğa faktör, yapay bir baskı aracının devrede olmaması hem "birey"i hem de "toplumsallık" algısını yaratıyor gibi.
sadece düşünsel anlamda bakarsak amazondaki amcalar daha yakın gibi özlemi içerisinde olduğumuz "birey" ve "toplumsallık"a. katılıyorum yazıya.
biz beyhude çabalar içerisinde gibiyiz. iyice karamsarlaştım hocam. neyse. daha da bir sürü şey geldi aklıma açamadığım ama bir yorum için yeterli gibi. tartışmalarla çoğalalım, güzelleşelim diyorum saygılarımı sunuyorum.
(not:komünist toplum ya da anarşizan gettolar bu boşluğu doldurur mu ayrı bir tartışma konusu.çok girmek istemedim.pratik çözümler diye bahsettim.)
Konuya çok fazla hakim olmamak ile birlikte, neden Amazon'da yaşayan amcalardan daha birey olamadığımızı anlamış değilim. İnsan, elimizdeki kanıtlar çerçevesinde, toplum dışında var olmuş bir yaratık olmadığı için, insanı toplum dışı görmek mümkün değil. Ama aynı zamanda, ne kadar toplum ile iç içe evrilmiş de olsa, yaşadığı alan, zaman ve mekan diğer bireylerden farklı olacağı için, muhakkak bir "özgün"lük kazanacak bir birey. Bu da onu toplum içerisinde yaşıyor olan diğer bireylerden ayıracak. "Kendim için yaşıyorum" cümlesine gelecek olur isek, bir birey mecburi bir şekilde içinde bulunduğu topluma ayak uydurucaktır elbette ki fakat, bu ayak uydurma işlemini, kendi istek ve inançları çerçevesinde şekillendirecektir. Bir birey, kendi güvenliği açısından inanmadığı bir ifadeye inanıyormuş gibi davrandığı noktada birey olmaktan sapmaz, aksine bu tam olarak birey olmanın getirdiği sorumluluktur, nitekim insanın temeldeki amaçlarından bir tanesi de yaşamını ona en az zarar verecek şekilde sürdürebilmektir ki bu his ve ihtiyaç da insanı bencil bir varlık yapar. Her bir bireyin birbirinden farklı olacağı gerçeğini de bu bencilliğe eklediğimiz zaman, bir birey zaten özgür, özgün ve toplumun bir parçası olacaktır.
YanıtlaSilEmek, yazı yazma cesaretin için seni kutluyorum. Yazmak, haykırmak, varım demek evrenin en güzel eylemi ve cesaretidir. "Susuyorsanız yaşamıyorsunuz" der bir düşünür.
YanıtlaSilBenim yazılarımı bol bol eleştirdin sıra sanırım bende. Yazı dağınık, içeriği düşünce ve toplamı biraz eleştiri! Ben eleştiri yapmayacağım ama. Çünkü bu denli önemli konuları eleştiri altında buraya yazmak yazıya ve düşünceye haksızlık olur sanırım.
Yazılarını sıklaştırmanı diliyorum. Bu yazı üzerine seninle daha detaylı konuşalım ama.
sevgiyle...
Olcay Yılmaz