Pazar, Nisan 4

Algı Sorunsalı -2-

Komik olan kendi metaforlarım altında boğuluyor olman. Zaman mı? Ben yeterince algılayamadıktan sonra sorunu çözüp ne yapacağım. Zaman içinde sonsuz bir varlık ha? Kendini çözemedikten sonra onun varlığına nasıl inanabilirim ki?

Aslında bir nokta daha ileriye götürebilirim bu soruyu. Birazıcık Descartes hakkındaki hikayelere gireceğim haddim olmayarak ama idare edin artık:


-Şöminenin başında oturmuş düşünüyorum. Elimde sıcak şarabım. Bir yandan sıcak şarabımı yudumluyorum, bir parça eski kaşar atıyorum ağzıma. Bir nefes alıyorum kül tabağımın içinde duran puromdan. Sonra kadehi tutan elim gözüme çarpıyor. O an düşünceler çarpıyor aklımın beni ilgilendiren duvarlarına. Acaba gerçekten o kadehi tutuyor muyum? Hatta, aslında gerçekten var mıyım, düşünüyor muyum?

Kendime dönmek istiyorum. Kendim diyerek bile bir çelişkiye düşüp düşmediğimi dahi merak ederken, agnostik olmak çok keyifli bir duygu olarak çıkıyor karşıma.

Sebep:

Aslında basit. Düşünecek yüzbinlerce problem varken tanrıdan banane demenin kolay olması.

Çözüm:

Ne çözümü yav, yok öyle bir şey.

Uğraş:

Bir şekilde yaşamaya devam edebilmek adına, elbetteki kendimin var olduğu kabulu ile ilerlemek zorunda hissediyorum kendimi. Sorgulamıyorum onu. Çünkü kendi varlığımı da sorgulamaya başladığım noktada, yaşayışım ile düşüncelerim birbirleri ile hiç olmadıkları kadar çelişmeye başlayacaklar ve ben bunu kaldırabileceğimi sanmıyorum. ( Zeno gibilerine sormak lazımdı bunu.)

Tanrı mı? Belki daha sonra bahsederim Mr. Chaos'dan.

Algılara dönecek olursak, yaşayışımız içinde onları kullanmak zorunda kalıyoruz. Basit kabuller bunlar aslında. Bir nevi inanış diyebiliriz. Onların var olduğu inancı hayatımızı kolaylaştırıyor. O zaman algılarım var. O zaman onlar vasıtası ile yaşıyorum. Ama yine de onların yarattığı sorunlar bitmiyor.

Zamanın bize göründüğü biçim ile bizim ona atfettiğimiz gerçeklik mesela birbirlerinden çok farklı bir şekilde ilerliyorlar. Kusursuz (!!!) çalışan bir saatin düzenli aralıklar ile kadranını hareket ettirmesine rağmen, o saati bir süre izlemeye çalışırsanız, onun size görünen yanının hiç bir zaman düzenli bir şekilde ilerlemediğini göreceksiniz en basitinden.

Ya da soğuk ve sıcak algılarının bilimsel açıklaması olmasına rağmen, yaşayışımız içerisinde biz bunları sorgulamıyoruz ve yine bizi rahatsız edebilecek boyutlara geliyorlar.

Gözlüğümü çıkardığım zaman, bilim bana bir sürü açıklama ile uzağı göremediğimi söylüyor. Oysa başım buna isyan ediyor ve gözlüklerim olmaksızın yaşamaya çalıştığım zaman bana muhteşem ağrılar gönderiyor.

Kusurların ötesindeki algılardan bahsedecek olursak, öyle bozuk algılara ulaşabiliyorum ki, yeri geliyor benim üç katım olduğunu sandığım yatağım ile top oynamak istiyorum. Kapıdan geçemeyeceğimi kesin olarak dile getirip, onun altından eğilerek geçmek zorunda kalabiliyorum.
Yani şimdi ne diye tanrıymış, benliğimmiş, bunlar ile uğraşayım ki? Öncelikle kendi problemlerimi çözmem daha uygun olmaz mı yani? Elbette bu sorunları çözebileceğimi varsayar isem.

Neyse, devam edeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder