Çarşamba, Nisan 14

Antik Yunan'da Dil Problemi

Hadi ama. Aradan 2500 yıl geçmiş. Elbette bir dil problemi olacak, diyesim geliyor ama bir yanım da neden böyle bir problemleri olmak zorundaymış diye sorgulamıyor değil. Gerçi dil kendi içinde de problemleri olan bir şey olduğu için bir problem yaratıyor olabilir. En basitinden, bizim Antik Yunan'ı anlamamız elbette ki çok zor olur. Adamların dili bir kere kayıp bir dil zaten. Yalnızca arkeologlar ve felsefe eğitimi alan insanlar öğreniyor bu dili. (Başka sebeplerden dolayı öğrenen güruhlar varsa beni hoş görsünler.) Şimdi bir de bu dili Türkçe'ye çevirmekten bahsetmek zorundayız.

Tabi ki Edward Sapir ve Benjamin Lee Whorf abilerimiz devreye giriyor bu noktada. Bu iki abimiz, hocalarından etkilenerek, çevirinin mümkün olmadığını, bir insanın kendi ana dilinden başka bir dili anlayamayacağını iddia ederler. Küçük bir anektod olarak kalsın bu.


Daha da önemli kısımlara gelmek istiyorum artık. 2000 yıllık bir Hristiyanlık geleneğine sahip felsefe tarihi, hele hele de İslamiyet geleneği ile birleşince, zaten içinden çıkılamaz bir kökleşme yaşamış oluyoruz. Şimdi bir de bizlerden, bunlardan daha da önce yaşamış olan bir takım insanların neler anlatmak istediğini anlamamızı bekliyorlar. Pek mümkün değil bu, benim bakış açımca.

Daha da derinine inmek gerekirse, basit bir örnek vermek istiyorum bu konu ile ilgili. Hristiyan gelenek ile birlikte başlamış olan bir tarih çizgimiz var şu an elimizde tuttuğumuz. Elbette Antik Yunan da günün belli saatleri olduğunu biliyordu ve gün hesaplarına göre yaşıyordu. Fakat bizim sahip olduğumuz bir tarih çizgisine sahip değillerdi. Hristiyanlık, daha doğrusu Roma ile birlikte, tarihi kayıtlar tutulmaya başlandı ve zaman çizgisini döngüsel olarak nitelendiren Antik Yunan geride bırakılmaya başlandı.

Biliyorum çok açıklayıcı olmadı bu yazdıklarım. Örneğimi biraz açayım sizlere. Bizlere anlatıldığı kadarıyla bizler biliyoruz ki İsa'dan sonra 375 yılında Hunlar, şu anki Almanya olarak kabul edilen bölgeye, Gotlar'ın diyarına giriş yaptılar. Bakın, yıl olarak da, olay olarak da biliyoruz biz bunu. Ya da ne bileyim 26 Ağustos 1071 yılında Malazgirt Savaşı'nın yapıldığını da biliyoruz. Söylemek istediğim şu ki, şu anki tarih anlayışımız sürekli ilerleyen, geri dönüşü olmayan, düz bir çizgiden oluşmaktadır. Geçmiş olaylara ise tarih diyoruz, gibi gözüküyor. (Tarihçi arkadaşlar varsa bu yazıyı okuyan, lütfen yorum olarak tarih tanımı eklesinler, fark ettiğiniz üzere ben bir tanıma sahip değilim.)

Şimdi, Antik Yunan'a gelecek olursak, elbette ki onların da bir zaman anlayışı vardı. Gün içinde, ilerleyen bir saat vardı. Fakat onlar zamanı daha çok döngüsel olarak algılıyorlardı. Yaz mevsimini geçiren bir insan biliyordu ki, tekrar yaz mevsimi gelecek, bir döngü içinde bu tekrar ve tekrar ve tekrar olacak. Yahut kendi yaşamının bittiği noktada bir başkası başlayacak ve yeni bir döngü oluşturacak. Yani biten bir şeyler yoktu Antik Yunan zaman anlayışında, daha çok sürekli kendini tekrar etme vardı.

Bu mesela, içinde yaşamadığımız için bizlere karmaşık, saçma daha da ötesinde anlamsız geliyor. Fakat Plato çıkıp gelseydi şimdi yanı başımıza ve bir tarih kitabını eline alsaydı, muhtemelen bir nida halinde bir güzel söverdi.
Yahut başka bir örnek daha vermek istiyorum. Mesela, "definite" kavramı. İngilizce yazmak zorunda kaldım çünkü Türkçe'ye bir çok şekilde geçmiş durumda. Kısacası tanımlı olmak denilebilir. Yani özellikleri belli olan, sınırları olan, madde olan gibi. (Son yazdığımı dikkate almayın, madde olmak biraz daha fazla bir şey, Apeiron yazımda da bahsettiğim üzere. Azıcık da olsa.) Mesela bizim hayatlarımızda madde olmayan, özellikleri bilinmeyen şeyler vardır. Biz bunlara aşkın kavramlar diyoruz. Hayır, Antik Yunan böyle şeyler söylemiyordu. Aşkın ne demek onu da bilmiyorlardı çünkü onlarında dillerinde "indefinite" gibi bir kavram, yani belirli olmayan gibisinden bir kavram yoktu. Mesela, Tanrı dediğimiz şeyin kutsal kitaplarda belirli özellikleri olmasına rağmen, hiç bir şekilde kısıtlanmış bir varlık değildir ve biz bu kavramı kullanırız. Bu noktada Tanrı aşkın bir varlık oluyor. Oysa Antik Yunan'ın Tanrıları, özellikleri bilinen, sınırları bilinen, belirli şeylerdi.

Bunun gibi bir çok kelimeye daha yer verilmemiştir Antik Yunan terminolojisinde. Çünkü bu insanlar bizlerin yaşadığı geleneğin dışında yaşamışlardı ve bu kavramlara ihtiyaç duymamışlardı. Ve bu şekilde çok uzun yıllar yaşamlarını sürdürmüşlerdir. Şu an zaten Antik sıfatını kullanıyor oluşumuzun tek sebebi de Hristiyanlıktır.

Yani anlatmak istediğim, dillerimiz farklı olduğu için ve birbirinde karşılığı olmayan çok fazla kavram olduğu için ve asıl olarak çok büyük bir gelenek farkı olduğu için, Antik Yunan'da yaşamış filozofların hayatlarını, yapıtlarını ve bizlere anlatmak istediklerini anlamamız çok zor. Belki de imkansız bile denilebilir. Elbette ki, yorumlar olacaktır, anladığını iddia eden insanlar olacaktır. Ne de olsa benim şu an yazdıklarım da yalnızca bir iddia, kişisel görüştür. Ben yalnızca paylaşmak istedim kişisel görüşlerimi. Ama yine de demem o ki, ne kadar çok okursak okuyalım bu ilk filozofları, eksik kaynaklarımız olmasından, kaybolmuş metinler olmasından daha çok, yaşayışlarımızın farklı olması, yetiştiğimiz, büyüdüğümüz geleneğin dillerimizi şekillendirmiş olması bir anlaşılmazlık sorunu yaratacaktır.

Siz siz olun dikkatli okuyun ve eksik olan terminolojiyi kendi kafanızda doldurmadan bir şeyler yazmaya girişmeyin. (Bakın bana, nasıl da saçmalıyorum =) )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder