Pazartesi, Mayıs 10

Tanımsal Karmaşa

Bazen, sahip olmak istemediğim şeylerin, tanımlarını değiştirdiğimi farkediyorum. Nasılsa kendi terminolojim diye. Hayır işte, öyle işlemiyor. Sonra farkediyorum ki, iletişim kurmak zorundayım, ilişkide olduğum insanlar ile. Eh, sonuçta yaptığım tanımı anlatıyorum. Karşımdaki fark ediyor ki, bilinen ile, daha doğrusu, az çok olması gerektiğini düşündüğü ile hiçbir ilişki içermiyor benim yaptığım tanım.

Aslında bu, beni kara kara düşünmeye itmiyor desem yalan olur. Bu tanımsal, terminolojik karmaşaya düştüğümü yeni yeni farkediyorum. Bu da beni daha büyük sorunları görmek zorunda bırakıyor.

İşin garip yanı, zaten anlaşılır ve argümantatif olmaya gayret gösteren insanlar için çok fazla problem taşıyacak bir şey olduğunu sanmıyorum bunun. Ama Nietzsche'yi düşünsenize bir. Adam "Böyle Buyurdu Zerdüşt" diye bir roman yazmış. Yanlış duymadınız, özellikle roman olduğunu dile getirme ihtiyacını duydum. Bu eseri edebi yönden incelediğimizde çünkü felsefesinin yanı sıra roman olma niteliklerini de taşıdığı aşikar.

Şimdi, eğer Nietzsche yazdığı kitaptaki kavramları kendi kafasında, daha farklı tasarlamış olsaydı, ki bence buna hiç şüphe yok, zaten öyle yaptı, bu noktada anlatmak istediği şeyi herhangi bir insanın anlama olasılığından bahsedemezdik.

Bu konuyu ele aldığımızda, tarihteki bir çok filozof açısından da aynı problemi yaşıyor olduğumuza da dikkat çekmemiz gerekir. Yani bir noktada, felsefi anlatım yapan insanların bizlere neler anlattığını anlayabilmemiz açısından, hepsinin, kitaplarının yanı sıra bir de terminolojilerini açıklayan bir sözlük yazmaları gerekirdi.

Nietzsche'nin "üstün insan"ı, Hegel'in "efendi-köle" ilişkisi, Descartes'ın Tanrı kavramı, "substance" düşüncesi, Schopenhauer'un "will" kavramı, Anaximander'in "apeiron"u, Plato'nun "form"ları, Aristotle'ın "cause"ları, Kant'ın "kategoriler"i ve çok daha uzayabilecek, listelenebilecek, binlerce, milyonlarca kavramın gerçekte ne oldukları, yalnızca onları betimlemeye çalışan insanlar tarafından biliniyorlar.

Yani anlatmak istediğim, Kant'ın kendisinin betimlemiş olduğu kategorilerini, ondan başkası, onun gibi algılayamaz. Sonuçta, yanlış olmasa bile, biraz da olsa bozulmuş bir şekilde algılıyoruz, bizden önce felsefelerini kurmuş olan insanları. Aslında, bu da "E o zaman bu adamların doğrularına nasıl ulaşacağız?" sorusunu getiriyor akla.

Söylemek istediğim, tam olarak da bu aslında. Şimdi, bu adamlardan biri gelip de bize bir sözlük bıraksaydı, işe yarar mıydı yani? Benim bu soruya olan cevabım da hayır. Sebebi de aynı. Bu insanlardan biri felsefesi içinde geçen kelimelerden birini betimlediğinde, bu bir ağacı bilimsel olarak betimlemek ile aynı şey olmayacak. Günümüzde, bilimsel açıklamalar bile hala tartışmalar yaratabilirken, felsefi terimlerin, kendi terimi dahi olsa, açıklaması, insandan insana, algılanış açısından farklılık gösterecek.

Anaximander gelip bana "apeiron" tanımı olarak, sonsuz ve belirsiz olan, bütün evrenin, maddesel olan temel ve basit elementi dese, soracağım sorular şunlar olurdu:
* Sonsuz'u tanımlar mısın?
* Belirsiz'i tanımlar mısın?
* Evren dediğin nedir?
* Maddesel derken anlatmak istediğin ne?
* Temel ve basit derken ne kast ettin?
* Element?
Bahsettiğim şey, diğer bütün filozoflar için de geçerli olacaktır. Çünkü Anaximander sonsuz dediği şeyden bahsederken, sonsuzu farklı algılıyor, St. Augustine farklı algılıyor, Kant farklı algılıyor, Hegel farklı algılıyor, Nietzsche farklı algılıyor, onları algılamaya çalışan ben, farklı algılıyorum.

Daha da beteri, hadi açıkladı diyelim. Basit bir tanım ile Anaximander, bana sonsuzu "sayılamayacak kadar çok olan ve tükenmeyen" olarak açıkladı, ki zaten bahsi geçen herkesin bu açıklamayı yapamayacak kadar yaşlı olduğu gerçeğini bir kenara bırakıyorum. E, şimdi durum daha kötü. Yaptığı tanım ile Anaximander sayılamayacak kadar çok olan bir şeyi algılayabildiğinden, pardon, algılamak değil, anlayabildiğinden bahsediyor. Ama ben anlamıyorum. Hadi ben anlamıyorum, Parmenides, reddediyor.

Kısacası Anlam diye bir şey yoktur!
Şaka şaka, devam ediyorum.

Gelelim sonuca. Bunca konuştuktan sonra, anlatmak istediğim, günümüzde bizlere söyledikleri onca şeyin, aslında gerçek olmayabileceği. Bizlere bazı insanların yorumları ile birlikte kendi yorumlarını da buna ekleyerek, Kant bunu dedi, Descartes şunu dedi, Hegel bunu dedi, zırt şunu dedi, pırt bunu dedi diye açıklamalarda bulunuyorlar. Ama vurgulamak istediğim nokta şu ki, adamlar bunları dememiş olabilirler.

Yanlış anlamayın, hiçbir şekilde bunu anlatanlara bok atmıyorum. Bunu anlatan insanlar zaten bunu yorumladıklarını ya da yorumlayanlardan alıntılar yaptıklarını zaten söylüyorlar. Marx'ın bile, onun gibi açık seçik bir şeyler yazan ve anlaşılması gereken bir insanın bile ( bana bakmayın ben anlamıyorum ) birbirinden inanılmaz farklı yorumlandığı bir yerde yaşarken, filozof olmak, daha doğrusu filozof atfedilmek, biraz da, yanlış anlaşılmak olarak gözüküyor gözüme.

Bu noktada, karar vermek her zaman anlayana kalıyor. Çünkü, hiçbir şekilde, anlatanın seviyesine erişemiyoruz. Yani kısmen, anlayan oluyoruz. Anlatanı değil, hatta anlatılanları bile değil, yalnızca anladığımız kısmı, gerçek olarak algılıyoruz. Yani, yapılabilecek iki şey kalıyor geriye:

* Yorumlamak
yahut
*Anlatan olmak...

-----------

"Ve sonra, biz, hepimiz, hikayelerin anlatıldığı yerlerden gelip, kendi hikayelerimizi anlatmak hayaline girişmiş garip çocuklardık. Biraz büyüdük ve kendi hikayelerimiz olsun diye uğraşıp durduk. Şimdi, sanırım, bizim hikayelerimizi okuyorsunuz zaten..." h.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder